(nüzul sebebi alıntı)
(td vakfı yayınlarından)
ilahi ahlak ilkeleri/yüce ahlak ilkeleri/ahlak bildirgesi/ilahi bildirge
Allah’a ve Elçisi’ne gerçek saygı anlayışı
1. Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
2. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.
3. Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.
4. (Resulüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir.
5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
O’ndan öne geçme, sesini yükseltme, yüksek sesle hitap etme, saygısızca hitap ve davranışlar
(elçiye karşı yapılan saygısızlıklar ve türevleri)
(kişisel fikirlerini ilahi bilgi kaynaklarının önüne geçirmeme sorumluluğu)
İlahi öğretiyi hayat biçimi edinenlerin, bu çerçevede bir yaşam algısı oluştururken şunlara dikkat etmesi beklenir.
İlahi öğretiyi hayat biçimi edinenler, değişmez kaynak Kur’an ve onun ilk anlama-yaşama yöntemi olan Sünnetin öngörüsü dışında/-
bu iki temel kaynağa rağmen- /
bu iki temel kaynaktan bağımsız olarak
salt kişisel tercihleriyle bir din/hayat algısı oluşturmamalıdırlar.
Kur’an
Kitab’ın ilk örnek yorumu olan Sünnet
Elçinin sözleri ve yaşam örnekliği
-Kur’an ve Sünnet’in özellikle açık ve kesin kural koymadığı konularda- kişisel yorumlarıyla zenginleştirmek istediklerinde,
ancak o iki temel bilgi kaynağının/temel referansın rehberliğinde
nihayet kişisel yorumlarıyla oluşturup benimsedikleri din anlayışlarını,
dinin kendisiymiş ve tek özgün haliymiş gibi sunmamalı,
paylaşmış olsalar da dayatmamalıdırlar.
Elçi’nin sözlerinin ve yaşamının bütününden yansıyan din algısı,
o algıyı anlama ve yaşamada gösterdiği üstün yöntem
ve açmış olduğu çığır
her çağda özenle izlenmeye değer bir yaşam modelidir.
Kitab’ın çağlar üstü bir ruha/öze sahip oluşu,
elçinin örnekliğini de çağlar üstü kılar.
güvenle başvuru kaynaklarının en doğal sıralaması
Kitab’ı ile
atamış olduğu elçisinin sünneti/yaşam anlayışıdır.
Açıktır ki önderlik ve örneklikte başka hiçbir kimse Allah’ın elçisi kadar yetkin olamaz.
Ne genel anlamda oluşturulan dini hayat algısı,
ne de ayrıntılarda öne sürülen kişisel hiçbir düşünce ve yorum,
elçinin bıraktığı güvenilir(sahih) bilgi ve yaşam mirasının önüne geçemez.
arınmış reel bir hayat ve sınırsız ödüller
(dini bağlayıcılığı olmayan konularda kuru kuruya taklit, dini bağlayıcılığı olan konularda duyarsızlık)(taklide baş aşağı koşarken…)
örnek almak
bire bir taklid etmenin ötesinde özel bir çaba
Kitap ışığında hayatı yorumlama yöntemini çözümlemek/analiz etmek,
ardından
o yöntemden yararlanarak
yine temel kaynak ışığında kendi çağını ve yaşamını yorumlayabilme
onca değişimin ve zaman aşımının sarsamadığı değişmez değerlere göre yeniden kurulmuş bir hayatı yaşamak
kimileri hem kendi hayatları, hem de dünya insanı için yapmaları gereken çözümleme/dönüştürme zahmetine katlanamayıp,
örnek almayı
aynıylataklit etmek şeklinde yaşamışlar
dinin özünden geleceğe ilerlemek yerine,
-özel zamanlara ve mekanlara ait biçimlenmelerinden oluşan- kabuğunda geçmişe sıkışıp kalmışlardır.
(Bir okyanusun göl kabında çırpınışı)
(özel hayatına saygısızlığın çağdaş karşılığı/günümüzcesi ne olabilir?)
(elçiliğini görmezlikten gelir gibi kulluğunu/kul yanını//düz insani yanını taklit ederek özel hayatını genel dini hayat kılma yanlışı)
bizler gibi bir insan olmasından ve
dini hiçbir bağlayıcılığı olmayan birçok uygulaması da var
Asıl sorumlu olunan şey,
dini açıdan bağlayıcılığı kesin olan konularda onunla aynı yaşama/ ona uyma hassasiyeti göstermektir.
(dayanaksız kişisel görüşleri için elçinin arkasına sığınmak)
(Şahsi yorumları O’nun yorumlarından öne almak, şahısları O’ndan üstte tutmak)
kimi kişi ve grupların görüşlerinin, dinin elçisinin yorumlamalarının üstünde bir yorummuşçasına benimsenmesi
ve bir de yorum sahiplerinin neredeyse dinin elçisiymişcesine yüceltilmiş olmasıdır.
birilerinin din yorumlarını
dinin kendisi ve bütünüymüş gibi benimseyip herkese dayatmak
ve tapınırcasına saygı göstermek
(Ana metne göre yavru metni sorgulamak zahmetine katlanmayıp şüpheyi çoğaltmak ve inkar etmek)
bilimsel sağlamasını yapmak
İlk temel kaynağın değişmez özüyle
ikinci temel kaynak pekâlâ aslına döndürebilecekken,
bilgi mirasındaki güvensiz yığılmalarla,
elçiye atfedilen kimi rivayetlerin içeriklerindeki akıl dışı sapmalarla
elçinin bütün mirasını tamamıyla inkâra vardırılmış olmasıdır.
(Daha çok uydurulanlara inanıp uydurma bir dini yaşamak)
uydurma sözlerin daha çok dikkate alınmış olması
ve elçinin söylediklerinden değil de,
söylemediklerinden ortaya çıkarılmış olan sözde dini yaşam geleneğidir.
Söylemlerinin özünden çok
Biçimine değer verilmesi
en başta bilimsel anlamda yetkin olanların(fahri elçilerin) sorumluluğu kadar,
bilgisizliği kanıksamış ve bu nedenle din adına sunulanı sorgulayamamış olan halkın
eğer ana mesajı anlayarak okuyup dinin özünü iyiden iyiye kavramış olsalardı
(Hakikati dünyaya sunma sorumluluğuna ihanet, öncül ilkeleri olanların öncü olma sorumluluğuna gecikmişliği/ hala zaman varJ)
Müslümanların kutsal kaynaklarına;
hem mesaja
hem de onun yaşam örnekliğine, bir saygı ve sevgi çerçevesi içinde anlayarak ve yaşayarak dokunabilmeleri
bütün inananların olduğu kadar, insanlığın da yararına
Elçi’ye doğru bir saygı anlayışı içerisinde yaklaşmalılar.
Saygıların en üstünü muhakkak en üstün güç olan Allaha yaraşır.
Onun ardından da üst-ün insan olan elçilere.
Belli bir manevi saygınlığın ötesinde bile salt insan olmanın saygıyı hak ettiği ise tartışılmaz bir gerçektir.
Çünkü Kitap dostları/Müslümanlar/Allah’a teslim olanlar/evrensel ilahi hakikate yürekten bağlı olanlar
hakikati anlayıp anlatmada/tanıtmada/yaşatmada bütün dünyaya öncülük etmekle sorumludurlar.
her iki kaynak ta içeriklerindeki sarsılmaz doğrularla
her zamanki göğünde/yüksekliğinde her hangi bir dayanağa muhtaç olmayan bir onurla duruyor.
Toplumsal güven için sağlıklı haber/
haberin ve kaynağının irdelenmesi
6. Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
7. Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.
8. Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah alimdir, hakimdir.
toplumsal güven
güvenilirliği doğrulanmayan bir kaynaktan
bilgi değerinde haber
haber değerinde bilgi alındığında…
haberin olduğu kadar
habercinin de niteliğine bakmak
toplumun genel yararı adına açıktan açığa tartışılması gereken konuları ise objektif araştırma/tartışma alanına çekmek
Onur; korunduğu oranda insanın ve toplumun başını dik tutacak ve dengeli bir hayatı sağlayacak olan en üstün/ilk değerdir.
Toplumsal barış adına daima haktan yana, haklıdan yana, adaletli ve eşitlikçi olmak
9. Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.
En başta ilahi hakikate/gerçek doğrulara karşı her zaman açık olmalısınız.
kim olursa olsun her zaman iyinin/haklının yanında,
kötünün de/ haksızın da karşısında olan herkesten önce siz olmalısınız.
her şeyden önce inanç birliği içinde olduklarınızla birlik ve beraberliği/barışı gerçek anlamda sağlamalısınız.
inanç birliği gibi ideal bir paydada/zeminde/düzlemde bile parçalanmışlıklarınız varken/dururken,
farklı inanç kesimleri ile barışı sağlayabilmenin imkansızlığını anlamalısınız.
evrensel barışın gerekli ilk adımı olan iç barışın yolları aranmalı
tek bir tarafınız var ve o da şu kesim ya da bu isim değil,
sadece haklı olan taraftır.
Nitekim Allah da hak olan taraftadır!
İnanç birliği
(en temelde aynılığın farklılığı ve çeşitliliği kapsayıcı olması, farklılıkları doğal karşılama, tektipcilik beklentisi içine girmeme)
10. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.
Evrensel insan kardeşliğinin kapsamında
bir de inanç kardeşliğiniz var.
Aynı hayat önerisine inanmanın ve rengarenk algılarla da olsa onu/birliğin ahengini yaşamaya çalışmanın kardeşliği-birlikteliğidir bu…
Bu birliğin; parçaların birbirlerine karşı mutlu uyumundan dolayı bir tek parçanın bile,
tek başına acı çekmesine/kalmasına izin vermeyecek kadar bütüncül/kucaklayıcı/kuşatan/kapsayan bir duyarlılıkla yaşanması
İşte bu olağanüstü uyumu/ahengi sağlayabildiğiniz oranda evrenle bütünleşir/barışır ve/yani O’nun engin sevgi ve merhametiyle kuşatılmanın tadına varırsınız.
(İnanç )kardeşler(i) arasında bir ayrılık olduğunda,
ciddi boyutlara taşıyacak olan ileri geri sözleri/ spekulatif sözleri yaymak yerine,
ayrılığı oracıkta bitirme
İnanç birliğinde olanlar,
en temel/tartışılması gerekmeyen ana konularda en başından anlaşmış olanlardır.
Hal böyle olunca
ayrıntı denilebilecek konular üzerindeki farklı düşünüşlerini yadırgamamaya
ve her konuda aynı düşünemeyebilecekleri gerçeğine
kendilerini alıştırmalılar.
En temel konularda aynı düşünmenin barış kaynağı olması ne kadar doğalsa,
onların dışındaki
sayısız konuda farklı düşünmenin kavga nedeni olması da
o kadar yapay ve yakışıksızdır.
İnsan onurunun dokunulmazlığı/onurun dokunulmazlığı
(alay, karalama, incitme, aşağılama, suçlama…)
11. Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.
toplumsal barışın sağlanmasına giden yolda
küçümseyici söz ve davranışlar içine girerek başkalarıyla alay etmemelisiniz.
Bir başkasını küçümseyerek kendini yüceltmenin nasıl bir mantığı olabilir ki?! Maddi ya da manevi değer yargılarından yola çıkarak birini kendinizden daha değersiz görmeniz ve küçümsemeniz kendinizi küçük düşürmekten başka bir şey değildir.
Kendinizi bir değer ölçüsü kabul edip,
başkalarına kendinize kıyasla değer biçmeniz
bilseniz sizi ne gülünç duruma düşürüyor.
Ayrıca bir başkasını aşağıladıkça
yükseldiğinizi düşünecek kadar alçalmamalısınız!
Yükselmek için kalkıp bir insan onuruna basmak kadar iğrenç bir düşkünlük olamaz.
Herkesin gerçek değerini bilen ve değerlendirecek olan var.
Fakat o bir insan olamaz.
Siz hiç olamazsınız!
Siz bırakın bir başkasını, kendi kalbinizi bile O’nun kadar tanımış olamazsınız.
Hem şu hayatınızı karartan, huzurunuzu bozan asılsız suçlamaları da bir kenara bırakmalısınız. Bir de istenmeyen özelliklerden yakıştırdığınız seslenişler
bir kimsenin duyduğunda üzüleceği lakap
toplumsal vicdanı yaralayacağından
Çünkü sosyal ilişkilerde istenen berraklığı bulandıran bu art niyet taşları herkesin muhtaç olduğu toplumsal ahengi/düzeni bozacaktır/alt üst edecektir.
Toplumsal barışın bu şekilde lağv edilmesi, (evrensel düzenin sağlanmasında insanlığa bu ilkeleri bağışlamış olan/ evrensel düzenin sağlayıcısı olan) Allah katında/nazarında en büyük suçtur.
Zan, ön yargı, tecessüs, çekiştirmenin çirkinliği
12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.
ön yargılarınızla değerlendirme
hiçbir deliliniz yokken haksızca yargılama
yeterli veriler olmaksızın
sadece kuşku ve tahmine dayanarak
her hangi kişi ya da olay hakkında yargılamada/değerlendirmede bulunmanız adil olmadığı gibi
gerekli de değil/
size de düşmez/
sizin vazifeniz de değil.
Hayatınızı mahkeme duvarları ile çevreleyip
insanların hepsi birer sanık ta
bir siz yargıçmışsınız gibi bakmanızın
hangi gerekçeye dayanabileceğini sorgulamalısınız.
bu tür delil yetersizlikleri üzerinden oluşturulan spekulatif/kurgusal/saptırıcı değerlendirmeler
çoğu zaman hüsranla son bulur/
geri dönüşümü zor pişmanlıklara, toplumsal yaralara yol açar.
özel hayata saygı
Başkalarının özel hayatının sizi ilgilendirmediğini hiçbir zaman unutmamalısınız.
Sizi ilgilendiren en son şey olduğunu…
Kendi özel hayatını olgunlaştırmayı bırakıp başkalarının özel hayatını haddi aşan müdahalelerle idare etmeye kalkışmanın basitlik olduğu ortada.
Özel hayata müdahale etmenin tam bir haksızlık ve saygısızlık olduğu da…
karşılıklı saygının olgunluğuyla örtülen ayıpları/hataları/yanılgıları açığa çıkarmak adına bir tecessüs telaşına kapılmamalısınız.
Gereksiz merakınızın hafiyeliği ile
başkalarının özel hayatını alt üst etmemelisiniz.
sorgulama gününde
özellikle yüce huzurda hatalarının/ayıplarının/sırlarının açığa çıkarılmasını istemeyenlerin yerine getirmesi gereken hassas bir konudur.
kişilik haklarının korunmasıdır.
kişinin yokluğunda onu hoşuna gitmeyecek/istemediği şekillerde anmak
bir çeşit manevi yamyamlığı anımsatıyor.
İnsanlıkta birlik, farklılıklara rağmen aynı olmanın birliği
13. Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.
aynı anne babanın çocuklarısınız
ve onca farka rağmen hepiniz kardeşsiniz.
hiç birinizin onuru diğerinden daha değerli olamaz.
ırk, cinsiyet, etnik köken, kültür gibi hiçbir sınıfsal ayrımcılığa yer vermeyecek şekilde herkes bütünüyle eşit haklara sahip olmalıdır.
Farklılıklarınız ayrımcılığın nedeni değil,
bir insan medeniyetine doğru sizi tetikleyen/ inkışaf ettiren zenginlikler olmalıdır.
Zaten barışı zedeleyen sorunların kaynağı, farklılıklarınızı birbirinize hükmetmenize yarayan üstünlüklermiş gibi algılamanızdır.
Oysa üstünlük başlı başına bir sorumluluk kaynağı
ve ayaklarınızı yerden kesen ve kibirlendiren bir hafiflik değil,
olsa olsa omzunuzu çökerten bir ağırlık olabilir.
Ayrıca gerek evrensel kardeşlik,
gerekse inanç ya da
kan kardeşliğinde bile,
beş parmağın beşinin de bir olmasını beklemek yerine
beşinin bir/aynı/ortak amaçlarla el birliği yapmasını
ve el ele olmasını istemek
ve bunun için çaba harcamak çok daha güzel olacaktır.
Üstünlük denilen şey;
canlı cansız tümüyle evren halkına;
bütünüyle varlığa;
dolayısıyla da Allah'a karşı derin bir sorumluluk bilincinde olmaktır.
(ve ahlaki derinliğe erişememenin asıl nedeni:)
Bilinçsiz inancın sığlığı
14. Bedeviler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
15. Müminler ancak Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.
16. De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
17. Onlar İslam'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.
18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.
Aslına bakarsanız bütün bu sorunlar yaşanmak için seçilmiş ilahi öğretinin yazık ki bilincine varamamakla ilgilidir.
Düşünsenize Allah’a teslim olanlar şeklinde anılsanız bile henüz neye boyun eğip ve neye karşı gelmiş olduğunuzun tam anlamıyla bilincinde olmadığınızı...İnandığınız değerlerin ruhunuzda bir incelik oluşturmadığı, (onları içselleştirmemenizden dolayı) henüz yaşamınıza artı değer katmadığı o çelişkili zemini… Şüphe yok ki bu durumda olanlar; dinin henüz sığ kıyılarından derinliklerine inememiş; onu henüz yeterince içselleştirememiş kişilerdir.
Bu sığlıkta (kalıp ilahi yaşam kalitesini kendi hayatlarında gösteremeyenlerde) görülen en belirgin özellik; geçmişin övgüsüyle ayakta kalmaya çalışma basitliğidir. Oysa kendileri bu dini en derin hakikatiyle anlamalı, tabii ki bilincine vararak iman etmeli ve yaşama dönüştürmeliydiler …
Herkes bilir ki; Allah katında değerlilik; (yakınları da olsa başkalarının yaşadığı) geçmişi-ni överek değil, övgüye değer bir hayatı bizzat yaşayarak elde edilebilir.
Üstelik geçmişe takılı kalmak bırakın gelecek çağlara atılganlığı, kendi çağına bile yetememeyi getirir.
Bu bilinçle seçtiğiniz yaşamınıza dört elle sarılmalı ve siz de tarihinizle/geçmişinizle yarışacak yeni tarihler yazmalısınız. Böyle bir duyarlılık Rabbin bağışlaması ve merhametini hak ediyor.
İnançlarını içselleştirmiş olanlar bu birbirinden değerli ilkelerle donanmış öğretinin, kendi yaşamlarına olduğu kadar, bütün insanlığa vereceği mutluluğa öyle inanmışlardır ki, bu yüzden göksel mutluluk yolunu başkalarıyla paylaşabilmek için var güçleriyle çaba gösterirler.
Bu da onların özlerindeki doygunluğun çok doğal olarak sözlerine taşmasından kaynaklanıyor.
Veya Bu da özlerindeki köklü kanıksamanın sözlerinde çiçeklenmesinden…
Şu kadar ki inancın derinliklerini kanıksamadan yalnızca yüzeysel yanlarıyla yetinmenin bu inanç için yeterli olacağını sanmak, bu dinin sahibi olan Allah’a bilgiçlik yapmaktan başka bir şey değildir. Neyse ki Allah bu dinin özüne inebilenleri bildiği kadar, sözde kalan şekilcileri de iyi biliyor.
Hele böylesine yüzeysel ve böylesine şekilci ve sözde dini bir yaşamla üstün bir kamusal hizmet yapmış ve halktan manevi saygınlık beklentisi içine girmiş zavallılığa ne demeli?! Sanki bu dine kendini armağan etmese/lutfetmese/ lutfedip iman etmese din de dünya da yok olacak…
Bu insanlar samimi olsalardı asıl kendilerini ( yalnızca) dinin (mi istisnasız her şeyin) sahibine karşı mahcup ve borçlu/ minnet duygusuyla ezgin/ezilmiş hissederlerdi. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamak zor görünüyor.
Evrenin kalbini elinde tutan/ Bütün incelikleriyle evreni bilen Allah onların kalbindeki bu yalanı/ çelişkiyi mi bilemeyecek?!
Doğrusu bütün bunlardan sonra geriye, herkes neyi seçiyor ve neyi yaşıyorsa, seçtiğini bilinçle seçmesi, yaşadığını da bilinçle yaşaması gerçeği kalıyor…
Veya Sözün özü şu ki; her Müslüman seçtiği dini; yalnızca yüzeysel yanıyla değil, bütün derinliklerinin/ özünün bilincinde olarak yaşamalıdır.
0 Yorum:
{Yorum Gönder}